TORAKSIN GEZGİN NEFESLERİ YİNE YOLLARDA
Türk Toraks Derneği Gezgin NefeslerGrubu Temmuz ayında ikinci gezisine çıktı. Bu kez rota bizlere her anlamda uzak olmayan BALKANLAR idi. Sırasıyla Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Hırvatistan, Bosna&Hersek ve Sırbistan gezildi.
33 üyemiz İstanbul’da Atatürk Havalimanında heyecan içinde buluştuk, seyahat programlarımızı ,sırt çantalarımızı aldık ve uçağa bindik. 08:30 daÜsküp havalimanına indiğimizde hiç yabancılık çekmedik sanki bir Türk şehrinde idik, her şey çok tanıdıktı ve herkes türkçe konuşuyordu.
Otobüsümüze binip mükemmel türkçe konuşan rehberimizle Eski şehiri ziyaretle turumuza başladık,eski çarşı oldukça sakin nedense bir parça hüzünlüydü.
Türk çarşısı,Vardar nehri, Kale, Taşköprü, Davut Paşa Külliyesi,Türk ve Yahudi mahalleleri, Çifte Hamam derken yorulduk acıktık ve Ünlü Köfteci Destan da harika köfteler ve ayranla karnımızı doyurduk .
Daha sonra 2010 yılından sonra hızlı bir yenilenme hareketi ile adeta bir şantiyeye dönüştürülen yeni Üsküp’ü ziyaret ettik .Rahibe Teresa’nın burada doğduğunu öğrendik ve evini gördük.1980 yılında Üsküp şehrine yaptığı bir ziyareti sırasında bir Arnavut, bir Makedon ya da bir Sırp olup olmadığı sorusu üzerine “ben kendimi Üsküp’ün bir vatandaşı hissediyorum, doğduğum şehir burası. Ancak ben dünyaya aitim.” şeklinde yanıt vermişti tüm yaşamını da dünyada barışın yerleşmesine adamıştı.1979 yılında Nobel Barış Ödülü kendisine verilmiştir.
Akşamüzeri ekibimiz hala çok dinamik görünmüş olmalı ki rehberimiz Matka kanyonunu ziyaret etmeyi önerdi ama bu ziyaret bir trekking macerasına dönüştü. İnanılmaz bir doğa içinde neredeyse 10 km yürüdük ve tırmandık.
Dönüşte yorulmak bilmeyen biz toraksçılar bile bir parçayorulmuştuk , ama ne gam otelde bir duş bizi kendimize getirdi ve VARDAR nehri üzerinde bir gemi restoranda akşam yemeğimizi yedikten sonra Dünya Kupası finalini şehir meydanına kurulan barkovizyonla hep birlikte seyredecek enerjiye bile sahiptik.
İkinci gün dinlenmiş uyandık otelde kahvaltımızdan sonra Makedonların Tetova olarak adlandırdığıbizim tarihimizde Kalkandelen olarak bildiğimiz şehre geldik , Alaca Camii ve İpek Yolu üzerinde kurulmuş 500 yıllık Harabati Baba Bektaşi Tekkesini gezdik. Bektaşi dedesiyle güzel bir sohbetimiz oldu.Daha sonra Makedonya’nın incisi Ohrid’e yola çıktık. Ohrid UNESCO tarafından dünya mirasına dahil edilen bir şehir . Otelimiz göl kıyısında olduğu için öğleden sonra gölde yüzmek hepimize çok iyi geldi.Akşam üzeri Ohrid gölü kıyısında yabancı film oskarları dalında aday olan Before The Rain filminin çekildiği St. John the Theologian kilisesini ziyaret ettik. E tabii seyahatten sonra bu filmi izlemek şart oldu. Şiddetle tavsiye edilir.
Daha sonra bir tekne turu yapıp güneşi batırdık ve sonra gölkıyısında bir restoranda harika bir akşam yemeği yedik.
Yemek sonrası bir Türk kuyumcudan Ohrid incilerimiz de aldık. Ohrdi incisinin ham maddesi sedef ,üzerine bir sıvı sürülüyor ve bu sıvı Ohri Gölü’nde bulunan plaşica balığının pullarısıkıştırılarak elde ediliyor ve ve sedefin üstüne sürülüyor.
OHRİD sokak fotoğrafçıları da geldiğimiz duymuş ki bir toplu foto da onlardan bize armağan oldu.
Üçüncü günümüz oldukça romantik başladı. Sabah Ohrid’den ayrıldıktan sonra her yıl yapılan şiir festivali ile ünlü Struda’ya uğradık. Dünyanın dört bir yanından şiir severlerin katıldığı bu festival Struga Şiir Akşamları adıyla yarım asrı aşkın bir süredir devam ediyor, büyük ödül olan Altın Çelenk her yıl bir kişiye veriliyor.Bu ödülü 1974 yılında Türkiye’den bir şair kazanmış, Fazıl Hüsnü Dağlarca…. Biz de TTD şiir üstadı Sevgili Göksel’in şiirlerini dinleyip köprüden aşağı yarım şiirini bırakmasına tanıklık ettik ve toplu fotomuz ve TTD bayrağımızla bu anı belgeledik ve hep birlikte yeniden burada buluşmayı ve Gökselin şiirini bitirmesine tanıklık etmeyi diledik.
Sonra sıra Arnavutluk’a geldi.Balkanlar turumuzun Arnavutluk ayağında ilk uğrak yerimiz başkent Tiran’dı. Yeni yapılan müzesi ve idare binalarının bulunduğu meydanı dışında görülecek bir yeri olmayan Tiran’da kısa süre kaldık ve oradan tarihi olarak önemi olan M.Ö ikinci yüzyılda Roma tarafından inşa edilen ve ucu İstanbul’da sonlanan Via Egnatia’nın başlangıç noktası olan liman kenti olan Durres’e geçtik. Ama betona boğulmuş olan bu kent çok hoşumuza gitmedi hele şehrin içindeki antik tiyatronun çok kötü korunması ve neredeyse içine yerleşim yerlerinin dikilmesi bize ülkemizdeki benzer acıları anımsattı.
Bu arada Rock un babanesiyle toraksın anneannesi foto çektirmeyi ihmal etmedik
Arnavutluk’tan sonra geçtiğimiz üçüncü ülke Montenegro Karadağ oldu.1300’lü yıllardan kalmış yerleşim birimleriyle o güne dek gezdiğimiz ülkelerden oldukça farklı bir dokuya sahipti. 3 gün boyunca bir Ortaçağ köy, kasaba ve kent dizisi yapacaktık . Budva, Kotor ve Dubrovnik
İlk durağımız küçük bir ortaçağ köyü Budva idi. Budva’ya yaklaşırken şu an tamamen çok pahalı bir otele dönüştürülmüş Sveti Stephan adasının yanından geçip fotoğraf molası verdik.
Ertesi gün geçtiğimiz Kotor ise bir ortaçağ kasabasıydı ve yine UNESCO koruması altına alınmış bir dünya mirasıydı.Dar sokakları, taş evleri, aradaki meydanları ama en çok 1350 basamakla çıkılan kalesi ilginçti. Nefesine güvenen gezgin nefesler kaleye ulaşmayı başardı .Şehrin dar sokaklarında dolaşıp kahve içmek ve sokak çalgıcılarını dinlemek de keyifli idi.
Karadağ’daki son durağımız ise tarihi 7.yy’a kadar uzanan yine bir dünya mirası Dubrovnik oldu. Barok ve Rönesans mimarisinin çok önemli eserlerini gördük.Game of thrones disine de mekan olmuş kentte dizide geçen mekanları keşfetmek eğlenceliydi. Cersei’nin kefaret yolunun sonundaki merdivenlerde toplu bir fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik.
Bosna Hersek’in %49’luk kısmının Sırp’lara ait olduğunu öğrendik.Ülke aslında Sırp, Bosna ve Hersek olarak üç ayrı bölüme ayrılmış. Her birinin ayrı yönetimi var, ancak karışık bir yapılanma ile bu üç bölümden çıkan 3000 e yakın milletvekili bir üst çatı olarak Bosna-Hersek altında yönetimi paylaşıyor.
Poçitelden sonra Mostar’a geçmeden rotamızı biraz değiştirdik ve Boşnakların müslümanlığı seçmesini sağlayan bektaşilerin önemli bir yapısı olan Blagay tekkesini tur programımıza aldık. Neretva nehrinin kollarından olan Buna nehrinin doğduğu yere kurulmuş olan tekkenin konumu etkileyiciydi.Tekkenin hemen yanındaki mağara ise Avrupa’nın en derin üçüncü mağarasıydı.
Nihayet Mostar’a vardık.Mimar Sinan’ın kalfası Mimar Kemalettin tarafından yaptığı Mostar köprüsü turumuzun en ikonik yapılarından idi.1566 yılında yapılmış ancak 1993 yılında Sırp topçusunun 1.5 yıllık uğraşından sonra tamamen yıkılmış ancak savaştan sonra aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Burada da toplu fotomuzu ihmat etmedik ve başlayan yağmur altında gezdik ve yine bu yağmurdan nasibimzi alarakNeretva nehri kıyısında bir restoranda yemeğimizi hep birlikte keyifle yedik.
Bosna Hersek’teki son durağımız Saraybosna idi. Çoğu binada hala kurşun izlerinin olduğu kentte yağmurlu ve kasvetli bir gecede ülkemizde gerçekleşen kalkışma hareketinin haberini aldık. Çok zor bir gece geçirdik.Ertesi gün moralimiz bozuk, oldukça gergin Aliye İzzetbegoviçin de mezarının bulunduğu şehitlikleri ziyaret ettik , sıkıntımız ve barışa özlemimiz daha da arttı. TTD üyeleri olarak bir kez daha amasız koşulsuz BARIŞ diledik.
Başçarşı (Bascarsija) adındaki Osmanlı çarşısı Evliya Çelebi’nin de övgüyle bahsettiği ve o zaman 1080 dükkanın bulunduğunu belirttiği bir çarşı.Şu an daha küçük bir alanda ama yine de şehrin gezilmesi gereken başlıca mekanı. Çarşı’nın içinde Boşnak böreği yemeden dönmemelisiniz biz yemekle kalmadık otobüsteki ara öğünümüz için yanımzayolluk bile aldık. Çünkü bizi Belgrad’a uzuuun bir yolculuk bekliyordu. Ama yolda durduğumuz mola yerindeki kuzu çevirmeler neden bu kadar çok börek yedik pişmanlığını doğurdu. Siz bizim gibi yapmayın muhteşem kuzulara yer bırakın.
Turumuzun son günü Sırbistan Belgrad’a geçtik.Atina ve İstanbul’dan sonra Avrupa’nın en eski 3.yerleşim yeri olan Belgrad tüm turun en modern şehri idi.
Şehrin merkezi kendilerini Osmanlı’dan kurtaran kahramanlarının heykelinin bulunduğu Cumhuriyet meydanıydı (Republik square).
Pek çok büyük parkın olduğu şehirde bu parkların en büyüğü Belgrad Kalesi’nin de içinde bulunduğu parkı ziyaret ettik. Bu park aynı zamanda Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktayı görebileceğiniz bir manzara terasına da sahip. Burada Kanuni Süleymanın ölün haberinin oğlu Selime verildiği yeri de görme şansımız oldu.
Beyaz beyler kenti Belgrad’da geçirdiğimiz günün ardından 17 Temmuz’da 8 günlük turumuzu tamamlayıp ülkemize döndük…
Türk etkisinin yoğun olarak hissedildiği, hemen yanı başımızdaki bu coğrafyada 6 ülke 12 yerleşim birimini gezmek hepimiz için çok değerliydi. Türk Toraks Derneği, “Gezgin nefesler” grubu dünyayı dolaşmaya devam edecek… Sizleri de bekliyoruz…..